Kitap okumayan stajyer dayak yer!
Şaka tabi.. Bir kere stajyer değildi, elemandı. Ofisin en genç elemanı (eskiden stajyerdi). Ayrıca dayak yemedi fırça yedi..
Fragmandan sonra şimdi hikayemizi anlatmaya başlayalım..
Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz Kitapi projemizin bir parçası olarak bir hafta kadar önce ihtiyacı olan okul kütüphaneleri için hediye kitap kampanyası başlattık. Sağolsun ofis arkadaşlarım, eski stajyerlerimiz pek çok kitap hediye ettiler. Hatta içlerinden biri bir çanta dolusu kitap getirdi. Katılımı artırmak için ofisteki arkadaşlarımı tabiri caizse iyice silkeleyip kimi bulursam sataşıp kitap getirmesini rica ediyordum. İşte bunlardan en genci olan çok akıllı uslu bir arkadaşa da rica edince ne duyayım? Kitabı yokmuş. Neden? Çünkü kitap okumuyormuş!. Özrü kabahatinden büyük!
Biri nasıl kitap okumaz? Hele hele daha yirmili yaşlara yeni girmiş biri.. O kitapların içindeki hikayeleri, hayatları nasıl merak etmez.. Raflarda duran milyonlarca galon bilgiden nasıl bir kaç damla kırbasına doldurmak istemez.
Geçtiğimiz haftalarda kitap fuarında dağıtmak üzere ayraçlar tasarlarken kitapla ilgili veciz bir söz bulmak için epey uğraşmıştım. Cemil Meriç’in şu sözü çok hoşuma gitmişti: “Kitap, istikbale yollanan mektuptur“. Ne kadar güzel ifade etmiş. Bizden önce yaşamış insanların, alimlerin sırf biz okuyalım diye kaleme alıp gönderdiği mektupları nasıl okumayız.
Veciz sözler genelde bir teşbihle açıklanır ama Cemil Meriç’in bu sözüne birebir uyan bir kitap, hatta kitaplar var. Yeri gelmişken bahsetmemek olmaz. Hazreti Ömer’in soyundan gelen, hicri 1000. yıllarda yaşamış, müceddid-i elf-i sani (bin yılın müceddidi) İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî Serhendî Hazretleri’nin “Mektubat” isimli eseri tam bu tarife uyuyor. Mübarek zatın 536 mektubu 3 cilt olarak toplanmış. Her mektubun kişisel bir muhatabı var tabi ama asıl yazılma maksatları istikbale yani sonradan gelecek olan bizlere bu mektupların, nasihatlerin ulaştırılması.. Mektubat eseri aslında 6 cilt olarak geçiyor, diğer 3 cilt, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin oğlu Muhammed Masum hazretlerinin mektuplarından oluşuyor.
Biz yine sözümüze dönelim. Zaman eskisi gibi değil, biz gençken bütün dikkatimizi çalacak bu kadar çok teknolojik meşgale yoktu tabi ama bu mazereti kabul edemeyiz. Çünkü aynı jenerasyonda olup harıl harıl okuyanlar da var. Hatta okumakla kalmayıp gencecik yaşlarda yazıyorlar bile.. Kimi kitap yazıyor, kimi blog yazıyor, kimi kitap okuyup eleştiri yazıyor.. İşleyen demir ışıl ışıl parlıyor..
Genç kardeşlerimiz unutmasınlar ki kitap okumazsak konuşamayız, kendimizi iyi ifade edemeyiz. Günlük hayatta kullandığımız kelimeler üçü beşi geçmez. Bunlar da “aynen, falan, yani” olur… Kitap okumazsak hayal gücümüz gelişmez. Karşımıza çıkacak sorunlara daha yeni, daha iyi çözümler üretemeyiz. Beynimizin kıvrımları paslanır. Kapasitemizin çok altında bir hayat sürmüş oluruz.
Kitap ve okumak ile alakalı bu kadar yazıp çizdikten sonra son olarak şunu söylemek boynumuzun borcudur: Her kitap okunmaz.. Çünkü okuduklarımız sadece beynimize değil, kalbimize de sirayet edecektir. Okuduğumuz kitabın, yazarın hakkında araştırmamız, körü körüne atlamamamız gerekiyor. Kitabın bizi neye dönüştüreceğini de hesaba katmalıyız.