İlk kez Android telefon aldım; biraz pişmanım.
Bir önceki yazısı “Hoş geldin yeni Macbook Pro” olan ve 10 yıldır mac, 9 yıldır iPhone kullanan birinin kaleminden dökülebilecek nadir sözlerden biri de herhalde “Android telefon aldım” olur.
Eski telefonum iPhone 6 Plus’u 2014 ya da 2015’te 3000 TL’ye almıştım. Eşimde de iPhone 6 vardı. Bir iki sene önce Apple’ın kasıtlı yavaşlatma mevzuları ayyuka çıkınca bizimkiler aşırı hantallaşmış, iş yaptırmaz olmuştu. Sonra güncellemeler geldi ve 1-2 sene daha idare ettik. Hala idare edemez miydik, aslında ederdik. Ama oraya geleceğim unutmazsam.
Bu senenin başında eşimin telefonunu iPhone 11’e güncellemek nasip oldu. İlginçtir; Arçelik güzel bir kampanya yapmıştı. Hala onun yaptığı indirim kadar büyük indirim görmedim. Ben de gaza gelip, kendi yeni kurduğumuz şirketimizin kasasındaki sermaye paracıklarının da bir kısmına kıyıp telefonu almış ve eşime hediye etmiştim. Kaç ay geçti o parayı anca geri koyabildim 🙂 Kendime de bir telefon almak istiyordum ancak o kadar çok para vermek istemiyordum. Kendim için o gazı bir türlü bulamadım 🙂 Şuanki fiyatlarla iPhone 11’in fiyatı 7300 TL! Çok pahalı. 5000 küsüre iPhone SE var ama onu almaktansa eski telefonumu kullanmaya devam ederim diye düşünüyordum. Çünkü onu almak demek yine ena az 4-5 sene daha o telefona devam etmek demek olacak ve yeni teknolojileri seven biri olarak kendime bunu yapmak istemedim.
Yeni telefon alma hislerim epeydir sümen altındaydı. Ancak üç hafta önce, şirketin verdiği macbook’a çanta almak bahanesiyle MediaMark’a gitmiştim ve orda bir sürü uygun fiyatlı telefon gördüm. Neredeyse 2000 küsür verip Oppo bilmem ne alacaktım. Benim gibi Mac ve Apple ekosistemi içerisinde yaşayıp Android’e geçiş yapmak zorunda kalan teknik kuzenime danışınca Redmi’yi araştırmaya başladım.
İki haftalık Gönen ziyaretimizde YouTube’dan ve webden Redmi Note 9 Pro ve benzerlerini inceledim, kurcaladım. En son Twitter’da anket dahi yaptım. Ve matematiksel bir sonuç olarak (anket sonucu değil, maddi sonuç) zaten Android bir telefon almaya mahkum olduğumdan Redmi Note 9 Pro ile ilk Android telefonumu dün sipariş verdim. Normalde 64 GB’si 2950-3000 TL arasında olan telefonun 128 GB’li versiyonunu Hepsiburada.com’da 2999 TL’ye görünce atladım. Meğer sadece yeşil renkli versiyonu o fiyataymış. Yine teknik kuzenimi arayıp olurunu aldıktan sonra amaan, nasılsa kılıfla kullanacağım, hem iPhone olmadıktan sonra yeşilmiş, mormuş ne fark eder deyip şirket kredi kartıyla peşin fiyatına 9 taksit imkanını kullanarak işlemi yaptım. Kargo bugün elime ulaşsın diye bir kaç TL’ye de katlandım.
Kargo bugün gelir diye sık sık kontrol ettim ama Hepsiburada.com arayıp “belki bugün yetişmez” deyince moralim bozuldu. Kargoyu sık sık kontrol ederken 3099 TL’ye bu sefer bütün renkleri koyduklarını gördüm. 100 lira pahalı olsun kırmızı olsun derler ya, ben de diğer siparişi iptal edip bu 3099 olan gri modelini verdim. İyi ki siparişimi değiştirmişim, yoksa bu sıkıntının üzerine bir de yeşil telefon bana hiç iyi gelmeyecekti.
Bugün verdiğim sipariş akşama kadar ulaşsın diye bir kaç TL daha ödedik. Gelcek mi gelmeyecek mi handikapı oldu ama sonra akşam 8 gibi telefon geldi. Bebebeler görmeden dolaba kitleyip kutu açılışını geceye bıraktık.
İkizler uyuyunca hanımla koşturup telefonu hemen açtık. İlk intiba tabi güzel. Yeni bir telefon. Pırıl pırıl bir ekran. 4 arka kamera. iPhone 6 Plus’tan 2 parmak daha uzun bir gövde, ki böyle olduğunu bilmiyordum, daha ufak bir telefon alabilirdim, o kadar araştırdım hiç ebadına bakmamışım.
Sıra telefonu kullanmaya gelince aklım da başıma geldi maalesef. İçimi bir burukluk kapladı. Küçükken; hiç gitmek istemediğiniz bir yere yatılı misafir gittiğinizde kapıldığınız, bir an önce sabah olsun da burdan gideyim duygusunu hatırlar mısınız? Başta o duygu sandım ama değildi. Asıl ne gibi bir his biliyor musunuz. Oy verdiğiniz partinin, yıllardır elinde tuttuğu şehri rakip partiye kaptırmış olmanın verdiği his. Çünkü bu acı tat ertesi gün geçmeyecek. 4-5 sene daha orda duracak. Hah! Tastamam böyle bir his.
Zaten rahatlamak için başladığım yazıyı haddinden fazla uzatıp, okuyan üç beş kişiyi de yeterince bunalttım. O yüzden kısa keseyim. Cihaz aslında gayet iyi. Hızlı, kullanışlı. İlk akıllı telefonumda yaşadığım ve şurda bahsettiğim Windows Mobile olayı gibi değil tabi. Kullanışında hiç bir problem yok ve bir çok özelliği iPhone 11’de yok. Macro çekim gibi. Sorun tek kelimeyle: ekosistem.
Macbook-iPhone uyumu elimde patladı. Bilgisayar başındayken çağrıları Mac’den yanıtlayabiliyordum. SMS üzerinden şifre vs geldiğinde telefonuma uzanmadan hatta Safari kullanıyorsam SMS’lere bile girmeden şifreyi otomatik kullanabiliyordum.
Evdeki Apple TV – iPhone uyumu elimde patladı. Çocuklar kumandayı vermese de telefon üzerinden kumanda edebiliyordum. Veledleri şaşırtmak için odalardan birinde bile olsam telefonda kamerayı açıp televizyona yansıtabiliyordum.
Hatunla alışveriş listemizi ortak tuttuğumuz iCloud üzerinden Notes uygulaması elimde patladı. Hadi bunu kısmen çözerim, webden erişilebiliyor. Ama işte webden.
Bunun gibi bir kaç ekosistem probleminin üstüne bir de bazı iOS uygulamalarının PlayStore’da olmadığını daha ilk dakikalarda farketmek. Olanın da kullanıcı deneyiminin, görsellerinin iOS’daki gibi olmadığını anlamak! Hepsi için değil tabi. Mesela Instagram, Twitter birebir aynı. Yapan yapıyor. Ama banka uygulamaları birebir aynı gelmedi. Fontlar, ikonlar farklı. İnsan hemen yadırgıyor.
Antivirüs şeysi! Bir de bu var. Apple’a geçtiğimden beri 10 yıldır virüs lafını herhalde bir tek Corona’da duymuştum. Şimdi resmen kendi bacağıma sıkmış gibi hissettim.
Hasılı kelam, neticeyi söylüyorum. Bu telefonu almamın duygusal nedenlerden başka yan nedenleri de yok değil. Mesela Android uygulama yazmayı bilmiyorum. Çok heveslisi değilim, ancak lokomotif projemiz Kitapi’nin uygulamalarını kendim yazmak istiyorum. Sağolsun arkadaşlarım destek veriyorlar ama onları her defasında rahatsız etmek istemiyorum.
Bu nedenle bu telefonu, iPhone’un yeni modelleri çıkıp iPhone 11 eskiyip fiyatı 5bin TL’lere düşüne kadar kullanmaya çalışacağım. Bu süreçte Android için kodlama öğreneceğim inşallah.
Artık araç sürerken Yandex’i açmam uzun sürmeyecek. Fotoğraf çekmek için çok zorlanmayacağım. Arka kamera netleşsin diye telefonu sallamam gerekmeyecek. Bla bla bla 🙂 Bunlarla kendimi avutacağım.
Süreç içerisinde beni motive eden sevgili teknik kuzenim bu akşam benim yakınmalarımdan sonra “ben iPhone almayı düşünüyorum” demez mi. Gel de ümüğünü sıkma!
Telefonla gelen Mi Remote uygulamasıyla Apple TV’yi kumanda etmek mümkün oldu. Az önce telefonda dahili FM-Radio olduğunu farkettim! İnternet vs istemiyor. Normal bildiğin radyo. Enteresan işler.