Leyla ile Mecnun
İki elin parmaklarını geçmez harika bir kitabı okur gibi severek izlediğim dizilerin ve filmlerin sayısı. Çalıkuşu’nu 10 kereden fazla okuduğum gibi Red Kit’i, Karaşimşek’i, Süper Baba’yı, Ekmek Teknesi’ni, Bourne Serisini, Shrek’i defalarca izlemişimdir. Bir milyon tane hatası eksiği gediği de olsa Kurtlar Vadisi’ni de yıllardır izlerim.
Pek çoğunu sonradan sevdim. Çalıkuşu kitabı aylarca koca vitrinin en altında aynı evde yaşadığımız kuzenimin dolabından bana baktı durdu, bir ödev için almıştı, bir gün üşenmekten vazgeçip aldım. Bir kaç sayfa okudukdan sonra elimden bırakamadım.
Süper Baba’nın adı hiç hoşuma gitmemişti en başta ama sonra günlerini bekler oldum. Tam lise zamanlarımdı. Vadiyi 58. bölümde bir feribot seyahatinde mecburi olarak izlerken sevdim. Bourne serisini “yahu çok gerçekçi, aksiyonu bol bir film vardı, bu adam sanki onda oynuyordu” derken parça parça denk geldiğim filmin bir seri olduğunu anladığımda sevdim.
Leyla ile Mecnun’u ise -e devir ilerledi- Twitterdan Facebook’dan sürekli duyuyordum. Ara ara reklamlarını görüyordum. O zamanlar karakterinin adını bilmiyordum ama sırf renkli parlak kıyafetler giyinen İsmail Abi’nin lambur lumbur konuşmaları yüzünden (bkz. kendi milletinin lambur lumbur konuşmalarını sevmemek kötü huyu) biraz da onu daha önce Karadeniz’de geçen başka bir filmdeki gerçekçi ama yine lambur lumbur konuşan karakteri yüzünden diziye hep soğuk baktım. Ta ki bir süre beraber çalıştığım akranım sayılabilecek iki sevdiğim abimin bu diziyi birbirlerine anlatıp müthiş eğlenmelerine kadar. Bir usb bellek alışverişi sırasında “ben de alayım, evde bakarım” dedim. O sırada dizi oyuncuları arasında sorunlar çıkmıştı. Ayrılanlar, çıkarılanlar olmuş, mahkemelere bile yansımıştı. Bu kavga edenleri de merak ederek dizinin bir kaç bölümünü izledim. Sonra tabi ki elimden bırakamadım ve sezonu başından sonuna kadar izledim.
Çalıkuşu’nda anlayamadığım şey bir adamın bir bayanın “günlüğünü” nasıl bu kadar başarı ile yazabildiği idi. Gerçi bir erkeğe göre başarılı diyordum ama acaba hanımların gözünden de başarılı mıydı diye fırsat bulduğumda kitabı okuyan hanım arkadaşlara soruyordum; çoğu o kadar doğal bulmuştu ki bu noktaya dikkat bile etmemişti.
Leyla ile Mecnun’da anlayamadığım şey ise; bir komedinin, üstelik uzay mekiğini “vurdurarak” çalıştırmaya yeltenecek kadar absürt bir komedinin yeri geldiğinde nasıl o kadar duygusal bir noktayı yakalayabildiği ve bunu izleyiciye aktarabildiği idi. Üstelik bunu o kadar “doğal” yapıyorlardı ki. Belki de buydu tutulup kalmama neden olan. Sanki orda arkadaşlarımı izliyorum. Benim yaşımdalar ama hala liseliler gibi 🙂 Sanki Mecnun, İsmail Abi, Yavuz değil de mecnun, ismail ve yavuz oynuyor. Hatta oynamıyor, onlar aşağı mahallede biz yukarı mahalledeyiz gibi..
Bunu o kadar iyi yapıyorlar ki; samimiyetleri paçalarından akıyor. Sadece dizide mi, değil. Bunu youtube‘daki söyleşilerinde bile görebilirsiniz; maaile böyleler. Bizzat şahit olduk:
Dün, pazar günüydü ve misafirlerimizi (kayınvalidem ve kayınbabam) biraz gezdirelim diye İstinye’ye doğru yola çıktık. Gideceğim yeri net bilemediğim için “bari bildiğim yere gideyim” diye Kireçburnu’na dizideki meşhur sahil sahnesinin çekildiği mahalleye doğru sürdüm. Bir kaç hafta önce eşim Şahika ile birlikte yine bir pazar günü 2 saat tramvay, 2 saat otobüs yolculuğundan sonra gelmiş, alel acele hava kararmadan yarım saat dizideki Erdal Bakkal’ın dükkanının önünde bir kaç fotoğraf çekip yine aynı yoldan geri dönmüştük, dizi setinden kimseyi görememiştik. Bu kez vakit ve araba vardı 🙂 Meğer şansımız da varmış. Arabayı park edip dizide geçen banklara doğru giderken bir kalabalık gördük, önce başka bir olay oluyor sandım ama spoiler vermemek adına detay yazmayacağım tabi 🙂 Fotoğrafların da hepsini aynı nedenden yayınlamak istemiyorum.
Şahika ile gözlerimize inanamadık 🙂 Set ekibi kocaman bir kalabalıkla oradaydı ve sahilde Leyla ile Mecnun vardı 🙂 Kaç bölümde kaç kere duyduğumuz meşhur “-Mecnun!!! -Hüoop!” diyaloğuna bizzat şahit olduk 🙂 Uzaktan ağaç arkalarından fotoğraf çekelim derken set ekibinden “yanlarına gidebilirsiniz, yakından fotoğraf çekebilirsiniz” dediler. O an perdeler kalktı 🙂 Etrafdan bizim gibi meraklı meraklı bakanlarla o kadar iç içeydiler ki kim seyirci kim figüran anlamıyorduk. Resim çekenleri görünce biz de yaklaşıyorduk. Kızan, bağıran, çağıran yok.
Fırsatını bulup Mecnun’un yani Ali Atay’ın yanına gittik, tokalaştım. Fotoğraf çektirebilir miyim diye rica edince o sanki kırk yıllık ahbabını görmüş gibi “Abi nasılsın ya? Bilmiyorum ki, şuan kameralar hala çekiyor bile olabilir” deyince sanki liseden arkadaşımla konuşuyormuşum gibi oldum 🙂 “Peki abi, hadi kolay gelsin” deyip tekrar geri çekildik. Eşim Şahika, Leyla’yı (bilhassa son Leyla’yı) çok sevdiği için habire onun fotoğraflarını çekti. Bir yandan da “ah kızcağız üşüyor orada, ah hasta olacak” deyip durdu :))) Yönetmen bir adım ötemizde, reji masası mı derler artık, alet edevat tam karşımızda, “kestik, sessiz, evet müzik varmış gibi..” komutlarıyla aynı sahneyi bir ordan bir burdan defalarca çektiler. Kamera durunca asistanlar battaniye getirip Leyla’ya sardılar üşümesin diye 🙂 Yönetmenin ayak ucunda elektrik sobası.. Kabloları toplayan çocuğun demesiyle “sabahtan beri” oradaymışlar.. Üşümüşler tabi.
Ne bileyim, sanki TRT1’de 3 sezondur yayınlanan, IMDB’de 10 üzerinden 9.2 puan almış, dünya çapında en iyi televizyon dizileri arasında ilk 10’a girmiş bir yapımı değil de okul sonrası patates-ketçap-yarım ekmek yediğimiz bakkalın asma katında arkadaşlarımın maceralarını izliyor gibiydim.
Ne yapmışlarsa olmuş “hacı” ! Bu sayfada linkini verdiğim youtube’daki söyleşide yönetmenin bir soruya verdiği cevapdaki gibi “herkes saçmalayabilir, mesele organize saçmalayabilmek” idi belki de en iyi özet. Çünkü bir reçetesi yoktu bence de bu işin.
İnşallah böyle kaliteli, tam da bam teline dokunabilen yapımlar arada hep olur, bu güzellikleri bizden sonrakilere anlatmak istemem, yaşamalarını isterim.
Çalıkuşunu en az 10 kere okuyup hepsinde de keyif alabilmelerini isterim.
[…] bir yer. Belki en çok o yüzden izliyorum diziyi. Eşim benden önce başlamıştı izlemeye. O da blogunda güzel bir yazı yazmış bununla ilgili. Erdal bakkala uğramadan olmaz.. Mecnun’un evi Kireçburnu’nun şirin […]